23 Ağu Cambridge Sermaye Tartışmalarına Tanıklık Etmek – 3/4
Cambridge sermaye tartışmalarına ne oldu? Bu soruyu ben değil, 2003 yılında Journal of Economic Perspectives adlı akademik dergide yayımlanan makalelerinde A. J. Cohen ve G. C. Harcourt birlikte soruyorlar. Sahiden de, Cambridge sermaye tartışmalarına ne oldu? Şimdi de ben soruyorum. Cohen ve Harcourt’a göre, tartışmalara katılan birçok kişi artık hayatta olmadığından bu sorular geçmișin tozlu, karanlık, ıșıksız odalarının unutulmuş, örümcek ağlarıyla kaplanmış kitap raflarında kaldı. Aslında tam olarak böyle söylemiyorlar, ben biraz dramatikleștirdim. Onların açıklamalarından anlașılan tartıșmaların durduğu. Oysa bana sanki bu tartıșmalar hala devam ediyormuș gibi geldi. Bu yazıda, neden Cohen ve Harcourt ile aynı fikirde olmadığımı anlatmaya çalıșacağım. Bunu yapabilmek için birçok konuya değinmem gerekti. O yüzden de yazı uzadıkça uzadı. Sanal dünyanın alan genișliğinin hissettirdiği sanal özgürlük duygusuyla, kimi zaman konu dıșına çıkmayı da göze alarak, yazdıkça yazdım. Okuyucuyu da biraz olsun düșünmek adına yazımı dört bölüme ayırdım. Yani tam sıkılmaya bașladığınız anda yazı bitecek ve devamı için bir hafta beklemeniz gerekeceğinden tekrar merakınız canlanacak. Böyle olur diye umuyorum. Yazılarda nelerden bahsettiğime de kısaca değinip konuya geçmeden önce son bir ekleme yapmak istiyorum. Cohen ve Harcourt tartıșmanın durduğuna dair kanaatlerini çok da içlerine sindirememiş olacak ki, makalelerinde son birkaç söz daha söyleme gereği hissediyorlar. Diyorlar ki, tartışmalarda sorular cevaplanmadı fakat ilgili konular tekrar gündeme getirilirse Cambridge tartışmaları yeniden ziyaret edilecektir; tıpkı aslında Cambrige tartıșmalarında, o zamandan 80 yıl öncesinin sorularının yeniden ziyaret edildiği gibi. Hem iktisat cephesinde kayda değer yeni bir cevap yok hem de ‘yine de umutluyuz’ diyorlar sanki… Oysa ben tek ve net bir şey söylüyorum: Cambdrige tartışmaları devam ediyor…
Öncelikle Cambdrige sermaye tartıșmalarıyla nerelerde ve nasıl karșılaștığımdan bahsedip, tartışmaların arka planındaki fikirlerin David Ricardo’nun takipçisi neo-Ricardocu okulun babası olarak kabul edilen Piero Sraffa’ya ait olduğuna değineceğim (1. yazı). Daha sonra, Sraffa takipçilerinin zaman içinde hangi konulara yöneldiğine bakacağım. Aralarındaki fikir alış-verişinin, sermaye kavramı etrafında, klasik ve neoklasik iktisat arasındaki anlayıș farkını teknik olarak ortaya koyduğunu açıklamaya çalıșacağım (2. yazı). Sonrasında, son dönemde sermaye ve gelirin yarattığı eşitsizliklere eğilen Thomas Piketty’nin Cambdrige tartışmalarıyla ilişkisini kısaca inceleyerek, büyüme fikrinin modellenmesinin zorluklarını ele alacağım (3. yazı). En son, neo-Ricardocu çizgiyi tanıtıcı son sözlerimi söyleyip, neoklasiklere yönelttikleri eleştirilere Samuelson’un tepkisine değineceğim. Bugün neler tartışıldığına dair kısa bir hatırlatma ile de bitireceğim (4. yazı).
Bugün kim sermayeden bahsediyor?
Kitabını, “21. Yüzyıldaki çok yönlü ekonomi politik değişmelere katkı sağlayacağını umduğu mütevazı bir kurumsal fayda” (Piketty, 2015, s. XXII) olarak değerlendiren Piketty, bugün sermaye kavramına en çok eğilen iktisatçı olarak görülebilir. Marx’ın Das Capital’inden esinlenerek kitaba verdiği başlığa dikkat edin: Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital. Neden Yirmi Birinci Yüzyılda Rant ya da Yirmi Birinci Yüzyılda Emekdeğil? Bu iki soruya elbette espirili ya da ideolojik farklı cevaplar verilebilir. Piketty’nin iktisat teorisindeki 200 yıllık kafa karışıklığından sonra sermayeyi yeniden tanımladığını söyleyenler olduğu kadar , D. N. Weil (2015)’in ve E. Fullbrook (2014) gibi, konuya yeni kafa karışıklığı eklediğinden dem vuranlar da var.
Piketty kitabında zenginlik/servet (wealth/capital) terimlerini nerdeyse eşanlamlı olarak kullanır. Bu doğrultuda, Piketty’deki sermaye tanımı, piyasa değerleriyle toplulaştırılmış (beşeri olmayan) tüm maddi ve mali varlıkları (konut, tahvil, hisse senedi, üretim sermayesi, patentler vs.) içeren bir birikime karşılık gelir. Özen & Voyvoda (2014, s. 666)’nın belirttiği gibi, yaklaşık 700 sayfayı kapsayan ve yeni bir veri setine dayanan geniş bir analizi ortaya koyan kitap, sermaye kavramını merkeze koyuyor. Bu da gösteriyor ki, “Piketty, kendisinden önceki çalışmalarda görülmemiş uzunluktaki bir dönem için sermayenin yapısını ve dinamiklerini detaylı bir biçimde ortaya koyarak kitabı yazmaktaki temel hedefi olan ‘eşitsizlikler’in yapısal analizine ilerliyor. Bu seyirle ‘21. Yüzyılda Sermaye’ başlıklı kitabın amacı da ortaya konmuş oluyor: ‘Paylaşım sorununu/meselesini ekonomik analizlerin merkezine yerleştir[mek]’ (s. 15)”. (Özen & Voyvoda, 2014, s. 666). Piketty (2014, s. 233) sermaye/gelir oranındaki değişmeyi, sermaye-emek bölüşümünün ve yakın dönemde sermayenin milli gelirdeki payında yaşanan artışın tarihsel bağlamına oturtuyor. Fakat, Piketty’nin “sermaye” demekle neyi kastettiğini sorgulayan makalelerle karşılaştığınızda, durumun teorik canalıcılığı da gözler önüne serilmekte.
Fullbrook “Capital and Capital: the second most fundamental confusion” (2014) adlı makalesinde Piketty’nin kitabındaki sermaye kavramını sorguluyor. Şaşırtıcı olan şu ki bunu yapaken Cambridge tartışmalarına hiç değinmiyor. Fullbrook, Piketty’nin kitapta sermaye kavramına değinmiş olmasını eleştiriyor, bu kavrama değinilmesinin kitabın başarısının daha da artmasıni engellediğini dile getiriyor (Fullbrook, 2014, ss. 149-150). Bu yargısını temellendirmek için kitapta sermaye kavramının bazen iki bazense üç farklı anlama geldigini ekliyor ve bu anlamları incelemeye soyunuyor:
1. Anlam: Nesneler kümesi (toprak ve doğal kaynaklar dışındaki binalar, makinalar, altyapı tesisleri vs.)
2. Anlam: Bu neslenere dair özellikleri
3. Anlam: Bu nesnelerin piyasa değerleri (Fullbrook, 2014, ss. 149-150)
Özen & Voyvoda (2014, s. 666) kitaptaki bu terminolojik karmaşayı “gelir ve zenginlik” kelimelerini birarada kullanarak geride bırakıyor. Onlara göre kitap, “kapitalizmin merkez ekonomilerinde ve özellikle ABD’de 1970’lerden bu yana sürekli artış gösteren, 21. yüzyılın başında nerdeyse 19. yüzyılın ikinci yarısındaki seviyelerinde ulaşmış ve Piketty’nin öngörüleri uyarınca yoğunlaşarak sürdürülemez hale gelecek olan gelir ve zenginliğin dağılımındaki eşitsizliklerin nasıl bir süreçte ve neden ortaya çıktığının tespiti açısından da kritik.” Fakat, meselenin termonolojik karışıklıktan çok daha derin teorik sorunlara dokunduğunu hisseden Fullbrook (2014, s. 150) kavramları çift görüyor. Ona göre kitapta karşılıklarını bulduğu iki ayrı gelir ve sermaye kavramı mevcut. “Gelir-1” ve “Zenginlik-1” nesneler kümesine tekabül ederken, “Gelir-2” ve “Zenginlik-2” ise bu nesnelerin piyasa değerlerine karşılık geliyor.
Belki de burada sorunun köküne inmek için Cambridge tartışmalarına bir dönüş yapmak uygun olabilirdi. Yukarıda bahsedildigi üzere bu dönüşü Fullbrook yapmaz. Piketty ise kitabında Cambdrige tartışmalarına maalesef kısaca ve talihsizce değinir. Piketty, Amerika-Cambridge ekonomistleri Solow ve Samuelson’ı, ikame edilebilir faktörlerin olduğu bir üretim fonksiyonunun savunucuları olduğunu nötr bir tonda tanıtırken, İngiltere-Cambridge ekonomistlerinden ise negatif havada bahseder: “Kafa karışıklığından tamamen azade olmayan Joan Robinson, Nicholas Kaldor ve Luigi Pasinetti”. Bu kafa karşışıklığının hangi konuda olduğunu netleştirmeyen Piketty, onları “büyümenin her zaman dengede olduğunu iddia eden Solow modelinin, Keynes’in kısa vadeli dalgalanmalara atfettiği önemi göz ardı ettiğini düşünen ekonomistler” olarak tanıtır (Piketty, 2014, s. 247). Sermaye tartışmalarında gelir ve tasarrufun önemini gündeme getiren Domar ve Harrord’un katkısını Cambridge tartışmalarının içeriğine bağlar. Aşağıdaki paragraftan da anlaşılacağı üzere Piketty, sansasyonel Cambdrige tartışmalarını uzun dönem-kısa dönem konusundaki bir yanlış anlaşma kadar basite indirger. Ayrıca nedense, İngiltere-Cambdrige’deki iktisatçıların gündeme getirdiği Ricardo ve Sraffa mirasını yoksayıp, pozisyonlarını sadece Keynes’e dayandırır. Piketty’nin, bugün neo-Ricardoculara post-Keynesgiller denmesini baz alarak böyle yazmış olabileceği akla geliyor. Savran’a sorarsak, Ricardo’yu hiçbir zaman benimsemeyen Keynes neo-Ricardoculara post-Keynesgiller dendiğini duysa bu işten pek hoşlanmayacaktır (Savran, 2010):
Bugün geriye dönüp bu ihtilafa baktığımızda tartışmanın oldukça altı çizili bir sömürgecilik sonrası boyutu olduğunu (Amerikalı ekonomistler, Adam Smith’den beri ekonomi disiplinine hükmeden İngilizlerin tarihi vesayetinden kurtulmaya çalışırken, İngilizler de ihanete uğradıklarını düşündükleri Lord Keynes’ın anısını müdafaa ediyorlardı) ve ekonomi bilimini aydınlatmakten ziyade gölgelediğini görürüz. Aslında İngilizlerin şüphelerini haklı çıkaracak hiçbir kanıt yoktu. Solow ve Samuelson büyümenin kısa vedede istikrarsız olduğuna ve makroekonomik istikrara yönelik Keynes’ci politikaların sürdürülmesi gerektiğine zaten iknaydılar. (Piketty, 2014, ss. 247-248)
Gelir bölüşümü, Ricardo (Works, c. I, s. 61)’nun deyimiyle, “siyasal iktisadın temel sorunu” olarak kabul edilir. Geliş bölüşümünü incelemek demek bu bölüşümü etkileyen koşulları, nedenleri, olguları ve bunlarda zaman içinde ortaya çıkan değişmeleri incelemek demektir. Klasik iktisatçılar analizlerinde özellikle uzun dönemde meydana gelen değişmelere odaklanırlar. Kurz &Lager (2010, s. 17), neoklasik iktisatçıların da uzun dönemi analiz etmeye odaklanmış fakat sermaye kavramı ve sermayenin dinamiklerini açıklamakla ilgili güçlükler yaşamaya başlayınca bu yöntemi bırakmak zorunda kaldıklarını ifade eder.
Piketty’nin kıtabının ana amacı son ikiyüzyıla dair sermaye ve gelir eşitsizligini ortaya koyan verileri yorumlamaktır. Fakat, iki dünya savaşının verilerde yarattığı kesintinin uzun vadeli perspektifler geliştirmeyi engellediğini belirtir. Sermaye/gelir ve sermaye/emek bölüşümünün uzun vadeli dinamiklerini incelemek için gerekli verilere ancak 20. yüzyılın sonundan itibaren sahip olduğumuzu vurguyan Piketty, en kesintisiz verilerin en doğru yorumlarının kendi kitabında mevcut olduğunu yazar (Piketty, 2014, ss. 247-248). Cambdrige tartışmalarını veri eksikliğinden dolayı verimsiz ilan eder ve iktisadi düşünce tarihinde daha önce sorulmamış, hala cevapları aranan bazı sorular sorduğunu tamamen gözardı eder:
Bana kalırsa, Cambridge sermaye tartışmasına hakim olan sertlik – kimi zaman da verimsizlik – her iki tarafın da tartışmanın başlıklarını belirlemek icin gerekli olan tarihsel verilere sahip olmayısından kaynaklanmıştır. Her iki tarafın da Birinci Dünya Savaşı öncesine ait ulusal sermaye tahminlerine ne denli az başvurduğunu görmek gerçekten çarpıcıdır; herhalde o dönemin gerçekliğinin 1950’ler ve 1960’ların gerçekliğiyle uyumlu olmadığını düşünmüş olmalılar. (Piketty, 2014, s. 248).
Büyümenin modellenmesi
Büyümenin modellenmesi konusunda karşımıza birçok problem çıkar. Özel mülkiyete dayanan bir ekonomide, bireylerin davranışları ve kurumların düzenlemeleri ekonominin yapısını belirken, üretim ve bu üründen elde edilen gelirin farklı sosyal sınıflar arasında bölüşümü esastır. Büyüme modelleri ekonominin genel denge noktasına nasıl geleceğini anlatmak için ortaya koyulur (Yeldan, 2011). Bu konuya farklı iktisat okulları farklı modeller geliştirerek yaklaşmıştır. E. Yeldan’ın İktisadi Büyüme ve Bölüşüm Teorileri (2011) ve geçtiğimiz yıl Benan Eres’in yetkin çevirisiyle Türkçeye kazandırılmış D. K. Foley and T. R. Michl’in Büyüme ve Bölüşüm (2015) adlı kitapları bu alandaki standart kitaplar gibi sadece neoklasik teorinin açıklamalarına değil, Keynesgil ve Marksist büyüme modellerine de odaklanır.
“Keynesgil” terimini “Neo-Ricardocu” ibaresi ile eşanlamlı kullanan Yeldan (2011), Cambridge tartışmalarını büyüme modelinin aşamalarını da sergilereyek etrafılca inceler (Yeldan, 2011, ss. 91-92; ss. 171-180). İlk etapta, Neo-Ricardocuların eleştirdiği büyüme modelinin sorunlu dünyasına girmez ve basit bir büyüme modeli ortaya koyar. Modelde, dış ticaretin ve devletin (yani vergilerin, mali harcamaların, bütçenin ve ticaret açığının) olmadığı kapalı bir özel mülkiyet ekonomisinde tek bir mal üretilmektedir. Pulluk, el arabası ve başka aletleri girdi olarak kullanmayan, sadece emeğin ve hububatın girdi kabul edildiği hububat üretimi gerçekleştirilir. Dolayısyla hububat hem yatırım malı hem de tüketim malı olarak kabul edilir. Bu anlamda model, klasik iktisatçıların geliştirdiği büyüme modeline benzer. Üretilen hububat üretim döneminde tüketilir, bir başka deyişle, “bugün tasarruf ederken yarın tüketebilirsin şeklindeki dinamik karar sorunları dışarıda bırakılır” (Yeldan, 2011, s. 90). Üretimdeki emek maliyetini satıştan elde ettiğiniz gelirden çıkardıktan sonra geriye kalan ise toplam kârdır. Böyle bir model “sabanlardan ya da biçerdöverlerden değil yalnızca bir önceki yıl tüketilmeden kalan ve tekrar toprak anaya serpilerek yatırıma dönüşen hububatı” sermaye olarak kullanır. “Sermaye” kavramının sorunlu dünyasından uzakta üretimin mantığı ortaya koyulur.
Neoklasik teoride ve neo-Ricardocu teoride kâr oranının belirlenme biçimi farklılık gösterir. Neoklasik teorinin oluşturduğu tek mallı dünya terkedildiğinde “kâr oranı yükselirken daha sermaye-yoğun bir tekniğin yerini daha emek-yoğun bir tekniğin alabileceğini, ama daha yüksek kâr oranlarında sermaye yoğun tekniğin yeniden en karlı tenik haline gelebilecegi ortaya koy[ulur]” (Savran, 2012, s. 369). Kâr oranının, sermayenin marjinal verimliliği tarafından belirlendiğini öne süren neoklasik büyüme modelinin karşısına neo-Ricardocular başka bir argümanla çıkarlar. Neoklasikler Solowcu büyüme modelini benimseyerek üretim fonksiyonu yazarlar, daha sonra da bu fonksiyonun birinci türevini almak sureti ile kâr oranını belirlerler. Oysa neo-Ricardocu büyüme modelinde kâr oranı kapitalist sınıfın tasarruf eğilimine göre belirlenir (Yeldan, 2011, p. 181):
Bütün bunlar işçiler açısından kâr oranının belirsiz oldugunu söylemenin komplike bir biçimidir. Uzun dönemde, kâr oranı ne olursa olsun, onlar her zaman tasarruflarına oransal bir miktarda kâr elde edeceklerdir. Ancak bu durum kapitalistlerin cephesinde oldukça farklıdır. Kapitalistlerin tüm tasarruflarının kârlardan geldiği gerçeği tasarruflar ile kârlar arasında kesin bir ilişki kurmaktadır. Başka bir deyişle bu ilişkiye girmemektir; aksine işçiler için ücretin payı da resmin bir parçasıdır (italikler Yeldan’dan, 2011, ss. 180-181)
Neo-Ricardocu büyüme modelinin temel argümanı “sosyal sınıflar arasında gelirin dağılımının uzun dönemde dengeli büyümeye ulaşmanın temel mekanizması olmasıdır” (Yeldan, 2011, p. 171). Sosyal sınıflara yapılan atıfa bakınca neoklasik analizden klasik analize belirgin bir geçiş gözlemlemek mümkün. Klasik iktisat teorisi, neoklasik teoriden farklı olarak bölüşüm konusunu sosyal sınıflar (sermaye sahipleri, toprak sahipleri ve işçiler) ve onların çıkarları (sırasıyla kâr, rant ve ücret) düzleminde ele alır. Neo-Ricardocular büyüme ve bölüşüm parametrelerini, kâr oranı ile büyüme oranı arasında farklı bir ilişki geliştirerek ve bu ilişkiyi de gelire bağlı farklı tasarruf düzeyleri tarafından belirleyerek, neoklasiklerden ayrı bir yol çizer : “Kârlar sermaye sahipliğine oransal olarak dağıtılmaktadır !” (Yeldan, 2011, p. 180). Bunu yaparken kâr oranı ve ekonomik aktivite düzeyi ile ilişkili olmayan bir yatırım fonksiyonu belirlerler ve bu fonsiyon neoklasiklerdeki marjinal ürün temelli kâr oranı kavramının yerini alarak, kapitalist sınıfın tasarruf oranını gözetirler (Yeldan, 2011, s. 172). Böylece “kâr oranı, kullanılan üretim tekniği ile birlikte, ücret düzeyini belirlemektedir. Neo-Ricardocu dünyada emek talebi, neoklasik koşul w=MPL’e göre değil, sermaye birikimi ve ekonomik aktivitenin düzeyince belirlenmekte ve sonsuz esnek emek arz eğrisi ile birlikte istihdam düzeyini belirlemektedir” (Yeldan, 2011, s. 172). Bu sistemin işleyişini Nicholas Kaldor Alternatif Bölüşüm Teorileri (1955/56) kitabında anlatmaktadır.
Notlar
[8] http://theconversation.com/piketty-has-redefined-capital-after-200-years-of-confusion-25770
[9] “Kapitalist” ve “sermaye sahibi” terimleri eşanlamlı kullanılmaktadır.
Kaynakça
[1] Foley D. K. & Michl T. R. (2015), Büyüme ve Bölüşüm, Ankara, Phoenix.
[2] Fullbrook E. (2014), “Capital and capital: the second most fundamental confusion”, http://rwer.wordpress.com/comments-on-rwer-issue-no-69/, Real-World Economics Review, no. 69, ss. 149-160.
[3] Hodgson G. (2014), “Piketty has redefined capital, after 200 years of confusion”
http://theconversation.com/piketty-has-redefined-capital-after-200-years-of-confusion-25770.
[4] Kurz H.D. & Lager C. (2010), “Eski Klasik İktisatçıların Konumunun Yeniden Canlandırılması: Piero Sraffa’nın Siyasal İktisada Katkıları” içinde P. Sraffa, Malların Mallarla Üretimi. İktisat Kuramını Eleştiriye Açış, İstanbul, Yordam Kitap, ss. 11-37.
[5] Özen İ. C. & Voyvoda E. (2014), “Geçmişin Aynasında Geleceği Görmek: Thomas Piketty’den Üç Asırlık Sistemik Eşitsizlik Analizi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 69(3), ss. 665-686.
[6] Savran S. (2010), Yarım Yüzyılın Sınavında Sraffa içinde Sraffa P., Malların Mallarla Üretimi. İktisat Kuramını Eleştiriye Açış, İstanbul, Yordam Kitap, ss. 37-47.
[7] Savran S. (2012), “Yeni-Ricardoculuk” içinde B. Fine & A. S. Filho, Marksist İktisat Klavuzu, İstanbul, Dipnot Yayınları, ss. 367-377.
[8] Piketty T. (2014), Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital, İş Bankası Yayınları, İstanbul.
[9] Yeldan E. (2011), İktisadi Büyüme ve Bölüşüm Teorileri, Ankara, Efil.
[10] Weil D. N. (2015), “A Discussion Of Thomas Piketty’s Capital In The Twenty-First Century”, American Economic Review, 105(5), ss. 34–37.
No Comments