01 Eyl Cambridge Sermaye Tartışmalarına Tanıklık Etmek – 4/4
Cambridge sermaye tartışmalarına ne oldu? Bu soruyu ben değil, 2003 yılında Journal of Economic Perspectives adlı akademik dergide yayımlanan makalelerinde A. J. Cohen ve G. C. Harcourt birlikte soruyorlar. Sahiden de, Cambridge sermaye tartışmalarına ne oldu? Şimdi de ben soruyorum. Cohen ve Harcourt’a göre, tartışmalara katılan birçok kişi artık hayatta olmadığından bu sorular geçmișin tozlu, karanlık, ıșıksız odalarının unutulmuş, örümcek ağlarıyla kaplanmış kitap raflarında kaldı. Aslında tam olarak böyle söylemiyorlar, ben biraz dramatikleștirdim. Onların açıklamalarından anlașılan tartıșmaların durduğu. Oysa bana sanki bu tartıșmalar hala devam ediyormuș gibi geldi. Bu yazıda, neden Cohen ve Harcourt ile aynı fikirde olmadığımı anlatmaya çalıșacağım. Bunu yapabilmek için birçok konuya değinmem gerekti. O yüzden de yazı uzadıkça uzadı. Sanal dünyanın alan genișliğinin hissettirdiği sanal özgürlük duygusuyla, kimi zaman konu dıșına çıkmayı da göze alarak, yazdıkça yazdım. Okuyucuyu da biraz olsun düșünmek adına yazımı dört bölüme ayırdım. Yani tam sıkılmaya bașladığınız anda yazı bitecek ve devamı için bir hafta beklemeniz gerekeceğinden tekrar merakınız canlanacak. Böyle olur diye umuyorum. Yazılarda nelerden bahsettiğime de kısaca değinip konuya geçmeden önce son bir ekleme yapmak istiyorum. Cohen ve Harcourt tartıșmanın durduğuna dair kanaatlerini çok da içlerine sindirememiş olacak ki, makalelerinde son birkaç söz daha söyleme gereği hissediyorlar. Diyorlar ki, tartışmalarda sorular cevaplanmadı fakat ilgili konular tekrar gündeme getirilirse Cambridge tartışmaları yeniden ziyaret edilecektir; tıpkı aslında Cambrige tartıșmalarında, o zamandan 80 yıl öncesinin sorularının yeniden ziyaret edildiği gibi. Hem iktisat cephesinde kayda değer yeni bir cevap yok hem de ‘yine de umutluyuz’ diyorlar sanki… Oysa ben tek ve net bir şey söylüyorum: Cambdrige tartışmaları devam ediyor…
Öncelikle Cambdrige sermaye tartıșmalarıyla nerelerde ve nasıl karșılaștığımdan bahsedip, tartışmaların arka planındaki fikirlerin David Ricardo’nun takipçisi neo-Ricardocu okulun babası olarak kabul edilen Piero Sraffa’ya ait olduğuna değineceğim (1. yazı). Daha sonra, Sraffa takipçilerinin zaman içinde hangi konulara yöneldiğine bakacağım. Aralarındaki fikir alış-verişinin, sermaye kavramı etrafında, klasik ve neoklasik iktisat arasındaki anlayıș farkını teknik olarak ortaya koyduğunu açıklamaya çalıșacağım (2. yazı). Sonrasında, son dönemde sermaye ve gelirin yarattığı eşitsizliklere eğilen Thomas Piketty’nin Cambdrige tartışmalarıyla ilişkisini kısaca inceleyerek, büyüme fikrinin modellenmesinin zorluklarını ele alacağım (3. yazı). En son, neo-Ricardocu çizgiyi tanıtıcı son sözlerimi söyleyip, neoklasiklere yönelttikleri eleştirilere Samuelson’un tepkisine değineceğim. Bugün neler tartışıldığına dair kısa bir hatırlatma ile de bitireceğim (4. yazı).
Tartışma devam ederken
Luigi L. Pasinetti kâr kavramına dair anlatıda bir tutarsızlık bulur ve bu anlamda Neo-Ricardocu ögretiye büyük katkı yapar. Teorik açıklamaların biraz detayına girdiğimizde teorinin temsil ettiği sosyo-ekonomik koşulların da detayına girmiş oluruz. Yeldan (2011, s. 175)’in ifade ettiği gibi, kârlar işçilerin tasarrufları kadar azalcaktır çünkü yatırım talebindeki değişmelere daha duyarlı olacaktır. Fakat, asıl hesaba katılmayan konu işçilerin tasarruf yapmaları taktirde sermaye getirisinden pay almalarıdır. Pasinetti şöyle yazar : “Bütün kârları kapitalistlere atfederek (model) yanlışlıkla ama ister istemez işçilerin tasarruflarının bir hediye olarak her zaman kapitalistlere transfer edildiğini ima etti […] Eğer işçiler tasarruf ettilerse toplam kârın bir kısmını da elde edeceklerdir. Bu nedenle toplam kârların iki kategoriye bölünmesi gerekmektedir: kapitalistlerin payına düşen karlar ve işçilerin payına düşen kârlar” (Yeldan, 2011, s. 176). Böylece denklemlerde gereken düzenleme yapılır ve genel kâr oranı kapitalistlerin ve işçilerin kâr paylarının toplamının sermaye stokuna oranı olarak alınır (Yeldan, 2011, s. 177). Modelde işçilerin tasarruf eğilimleri konusunda kısıt yoktur. Görüldüğü üzere, uzun dönemde kârlar sermayenin marjinal üretkenliğine göre değil, kapitalistlerin ve işçilerin “yaptıkları tasarruf miktarı katkısına göre dağıtılacaktır” (Pasinetti, 1962, s. 272 içinde Yeldan, 2011, s. 179) . İşçilerin de tasarruf yapmaya hakkı vardır ! Cambdrige sermaye tartışmasının temelindeki kavga belki de bu şekilde ifade edilmelidir. Bu durum Foley & Michl (2015, ss. 21-22) tarafından şöyle özetlenir:
“Anlaşmazlığın merkezindeki nokta Solow’un ekonominin tamamında sermayenin emek yerine ikame edilebilme olanaklarını özetleyebilen iyi davranışlı bir toplam üretim fonksiyonunun var olduğuna dair varsayımıydı. Eleştirenler sermayenin büyük çeşitlilikle birbirinden farklı sermaye mallarının piyasa değerinden başka bir şey olmadığını ileri sürdüler: Ücret oranı değiştikçe, üretm maliyeti yapılarına bağlı olarak bu malların fiyatları her türlü değişime maruz kalabiliyordu. Sonuçta, eleştirilere göre, daha düşük bir ücret oranının, neoklasik üretm fonksiyonu çözümlemesinin tahmin ettiği gibi daha düşük bir işçi başına sermaye değerine ya da verili bir birikmiş sermaye değerine oranla daha yüksek istihdama yol açacağının bir garantisi yoktu.”
Savran da konuyu şöyle toparlar:
“Neoklasik yaklaşıma yeni-Ricardocu eleştiri, ‘üretim faktörleri’ arasında yer verilen ‘sermaye’nin büyüklüğünün kâr oranından önce ve ondan bağımsız olarak belirlenemeyeceği önermesine dayanır. Bu önerme neoklasik yaklaşımda merkezi bir yer tutan ‘üretim fonksiyonu’nun temellerini ortadan kaldırır. Böylece kâr, sermayenin marjinal getirisinin karşılığı olarak sunulamaz ve neoklasik okulun bölüşüm teorisinin özünü oluşturan, her üretim faktörünün gelirin üretimdeki marjinal verimliliğine dayandığı önermesi çöker. […] Bilindiği gibi, neoklasik çerçevede semaye yoğunluğu arttıkça kâr oranı düşer. Oysa yeni-Ricardocular, yüksek kâr oranlarında en kârlı yöntem olan bir teknolojinin kâr oranı düştükçe yerini başka teknolojilere bıraktıktan sonra, daha da düşük kâr oranlarında yine en kârlı teknoloji haline gelebileceğini kanıtlayarak ‘sermaye yoğunluğu’ ile kâr oranı arasındaki doğrusal bağı da koparmamışlardır” (Savran, 2010, s. 44).
Sraffa kendini yenileyebilen, artık-ürün üretmeyen, kullanıp tüketilen mallar ve üretilen nihai mallardan oluşan basit bir model kurar. Üretim kollarına giriş-çıkış engellenmez. Her işkolunun sermayesi ancak fiyatlar belli olduğunda belirlenebilir. Dolayısyla, fiyatlarla kâr oranı eşanlı belirlenmelidir. Reel ücretler veriyken, göreli fiyatlar ortaya konduğunda, arz-talep fonksiyonlarına gerek olmadan genel kâr oranı belirlenir (Kurz & Lager, 2010, ss. 18-19).
Tekrar edecek olursak, Sraffa’nın çalışmaları uygulamalı iktisat sorunları ve iktisadi politika konularını inceleyen katkılar yapılmıştır (Aspromourgos, 2004). Sraffa’ya göre neoklasik değer ve bölüşüm teorisiyle ilgili ciddi bir problem vardı: semaye emek ve toprak gibi değildi, kâr oranını tahmin etmek için önceden sermaye oranını ölçmek gerekiyordu.
Peki emeğin üretim sürecindeki önemi arttı mı azaldı mı? Bunu belirlemek hayli zordu. Emek, toprağın “verimlilik ölçüsü”ne indirgenmesi gibi, “saat başı emek ölçüm birimi”ne indirgenemiyordu. Sermaye farklı kategorilerdeki mallardan oluşuyordu ve en az maliyetli üretim teknolojisini yaratacak şekilde üretime katılmalıydı. Neokilasikler sermayeyi üretim fonksiyonuna katmanın şöyle bir yolunu buldular: Hepsinin denge fiyatını bilerek fiziksel birim olarak binalar, makinalara indirgediler. Bir başka deyişle, sermaye ile ilgili sorun, ortak bir birim ölçüsü ile ifade edilemediğinden optimizasyona tâbi olamıyordu (Tsoulfidis, 2010, s. 195). Ayrıca;
“Neoklasikler, onları eleştirenlerin işaret ettiği gibi değişen ücretlerin sermaye değerleri üzerindeki etkilerinin teorik olarak doğru olabileceğini kabul ettiler ama bu etkilerin gerçek ekonomilerde çok olanaklı olmadıklarını iddia ederek, bir üretim fonksiyonunun gerçek ekonomilerin davranışlarının iyi bir yakınsamasını sunacağını varsaymaya devam ettiler.” (Foley & Michl, 2015, s. 22)
Wicksell ([1901]1934, s. 150) bu sorunla ilgilenmiş, sermayenin homojenleştirmesinin (türdeşleme) ancak onu yok edilemez emek ve toprak cinsinden ifade ettigimizde gerçekleşebileceğini yazar. Fakat, Sraffa (1960) ve takipçisi Joan Robinson (1953-54) sermayeyi ölçmek için denge fiyatlarının önceden bilinmesi gerektiğini söylemişti. Denge sermayenin değeri tahmin edilmeden de denge kâr oranının bilinemeyeceğini eklediler (Tsoulfidis, 2010, s. 190). Samuelson bu sorundan bazı matematiksel teknikler kullanarak kurtulabileceğimizi yazar. “Parable and Realism” adlı eserinde öfkeli bir tonda konuşarak değerin, bölüşümün ve büyümenin, sermaye ve emek girdilerinin ya da üretim faktörlerinin, ücret haddi ve kâr (faiz) haddi belirlenmeden önce bazı moda yöntemlere göre ortalamasının alınmasını öngören bir ortalama üretim fonksiyonuna dayandığını yazar (Tsoulfidis, 2010, s. 196). Klasik teoride ücret ve kâr haddi denge fiyatlarından önce belirleniyordu (Tsoulfidis, 2010, s. 208). Ortalama üretim fonksiyonunda sermaye emekle birlikte, faktörlerarası ikamenin mümkün olduğu bir düzlemde, çıktının ve üretim faktörlerinin marjinal ürünlerinin belirlenmesi için kullanılmaktadır. Tekniklerin ikamesi matematiksel olarak mümkün ama gerçek dünyada çok zordur.
Son söz
Neo-Ricardocular ile neoklasikler arasında cereyan etmis Cambridge sermaye tartışmaları aslında klasik iktisadı tekrar gündeme getirme çabasıdır. Bu iki iktisat okulu arasındaki en temel fark maliyet kavramları olduğunu savunan Kurz, klasiklerin “fiziksel gerçek maliyet” neoklasiklerin ise “manevi maliyet” kavramıyla hareket ettiğini vurgular. İlk kavramı James Mill’den alıntıladığı şu paragrafla açıklar : “İnsan maddeyi yaratamaz ama biçimini değiştirebilir ya da hareket ettirebilir. Üretim, yok etmeyi içerir; bir malın gerçek maliyeti, onun üretilmesi sırasında yok edilen mallardan, yani gerekli mallarla üretimin araçlarından oluşur” (Kurz & Lager, 2010, s. 18). Oysa marjinal teori “fayda”, “fırsat maliyeti”, “bekleme”, “tüketimden geri durma” gibi soyut kavramlarla maliyeti netleştirmemektedir.
Sermayenin marjinal verimliliği yani kısa dönemde, diğer üretim faktörleri sabitken, sermayedeki bir birim artışın toplam üretime katkısı ile kâr oranı arasındaki ilişki yeni-Ricardocular tarafından altüst edilmiştir. Başta Samuelson olmak üzere, neoklasiklerin bazı temsilcileri Neo-Ricardocu kanadın uzun dönemli neoklasik kuramı hedef alan ve matematiksel çıkarımlarla temellendirilmiş eleştirilerini kabul etti. Samuelson bütün bu sarsıntıyla yüzleşerek “Artık hepimiz Sraffa’cıyız” bile dedi (Savran, 2010; Tsoulfidis, 2010) . Piketty bu durumu yoksayan iktisatçılardan kabul edilmelidir çünkü “1970-1980 döneminde Solow’un ‘neoklasik’ büyüme modeli olarak adlandırılan modeli kesin olarak gelip gelmiştir” (Piketty, 2014, s. 247) diye yazar. Teorik düzeydeki bu alabora olma durumunu kabul eden neoklasikler yine de sermaye tanımı problemli tek–sektörlü üretim fonksiyonunu kullanmaya devam ederler (Savran, 2012, s. 369). Belki de asıl sorun hipotezler altında, soyutlamalarla oluşturulmuş iktisat kanunlarının temelindeki nedenselliklerin (causal regularities) genel geçer iktisat kanunlar sayılmasıdır. Tüm bu tartışmalarının unutulduğunu söyleyenlerin kanıtı neoklasiklerin aynı üretim fonksiyonuyla devam etmesi. Aslında burada görüldüğü üzere unutulandan daha çok gözardı edilen, görmemezlikten gelinen birşey var. İngilizce söyleniş biçimiyle “ignorence is bliss”…
Sermaye kavramına yapılan eleştiri anaakım dergilerde tekrar görünmeye başladı Tsoulfidis, 2010, s. 212). Cohen and Harcourt (2003)’un “Whatever happened to the Cambridge capital theory controversises?” makalesi, Kurz’un yayınları, Garegnani’nin “Capital in The Neoclassıcal Theory. Some Notes” (2011) adlı makalesi ve farklı ekonomi sözlüklerine eklenen maddelerle Cambridge tartışmaları tekrar gündeme geldi. ESHET’in 2015 yılında Roma’da konferansında tartışmalar geniş yer buldu. Dolayısyla bu tartışmada karşımıza geçmişin hayaletleri çıkmıyor. Halihazırda konferanslarda ve bilimsel yayınlarda tartışılan birçok teorik ve metodolojik sorunsal ile temas eden bir alan ve duyarlı iktisatçılar çıkıyor.
Sermaye kavramı tanımlanmakta ve teorileştirilmekte hala zorlanılan bir kavram. C. J. Bliss (1975, s. 346)’e göre “sermaye teorisi iktisat teorisinin ayrı bir bölümü değildir, belli belirsiz bir şekilde kalan kısımlara bağlanır, ama… zamanın rolünü hesaba katma konusunda denge teorisinin ve üretim teorisinin bir uzantısı olarak”. Bugün Sraffa ve takipçileri özellikle eleştirilerin dönemlerarası denge ve geçici denge kuramının geçerli olup olmadığını tartışmaktadırlar (Kurz & Lager, 2010, ss. 16) . Teorideki bu sorunlu alanlara arsını dönenler, zorluklara kulak tıkayanlar aynı zamanda küresel ekonomik ve finansal sistemin fay hatlarını görmemezlikten gelmektedirler.
[1] Aspromourgos T. (2004), “Sraffian Research Programmes and Unorthodox Economics”, Review of Political Economy, 16(2), ss. 179-206.
[2] Bliss C. J. (1975), Capital Theory and the Distribution of Income. Advanced Textbooks In Economıcs. Volume 4, Amsterdam, North-Holland Publication.
[3] Cohen A. J. & Harcourt G. C. (2003), “Whatever Happened to the Cambridge Capital Controversies?”, Journal of Economic Perspectives, vol. 17, no. 1, ss. 199-214.
[4] Cord R. A. (derl.) (2016), The Palgrave Companion to Cambridge Economics; London, Pagrave Macmillian.
[5] Eatwell J., Milgate M., Newman P. (derl.) (1990), The New Palgrave Capital Theory, London, Macmillian.
[6] Foley D. K. & Michl T. R. (2015), Büyüme ve Bölüşüm, Ankara, Phoenix.
[7] Garegnani P. (1984), Value and Distribution in the Classical Economists and Marx, Oxford Economic Papers, 36(2), ss. 291-325.
[8] Garegnani P. (1987), “Surplus Approach to Value and Distribition” içinde J. Eatwell, M. Milgate and P. Newman (derl.) The New Pargrave Dictionary of Political Economy, London, Macmillan, cilt. 4, ss. 560-74.
[9] Garegnani P. (2011), “Capital in The Neoclassıcal Theory. Some Notes” , Nómadas. Revista Crítica de Ciencias Sociales y Jurídicas.
[10] Gehrke C. & Kurz H. D. (2006), “Sraffa on von Bortkiewicz: Reconstruction the Classical Theory of Value and Distribution”, History of Political Economy, 38(1), ss. 91-149.
[11] Kurz H. D. (2000), Critical Essays on Piero Sraffa’s Legacy in Economics, Cambdrige, Cambridge University Press.
[12] Kurz H.D. & Lager C. (2010), “Eski Klasik İktisatçıların Konumunun Yeniden Canlandırılması: Piero Sraffa’nın Siyasal İktisada Katkıları” içinde P. Sraffa, Malların Mallarla Üretimi. İktisat Kuramını Eleştiriye Açış, İstanbul, Yordam Kitap, ss. 11-37.
[13] Marcuzzo M. C. & Rosselli A. (2016), “The Cambridge School of Economics” in G. Faccarello and H. Kurz (derl.), The Handbook of the History of Economic Thought, Cheltenham, Edward Elgar.
[14] Robinson J. (1953-1954), “The Production Function and the Theory of Capital”, Review of Economic Studies, vol. 21, no. 2, 1953-1954, pp. 81-106.
[15] Savran S. (2010), Yarım Yüzyılın Sınavında Sraffa içinde Sraffa P., Malların Mallarla Üretimi. İktisat Kuramını Eleştiriye Açış, İstanbul, Yordam Kitap, ss. 37-47.
[16] Savran S. (2012), “Yeni-Ricardoculuk” içinde B. Fine & A. S. Filho, Marksist İktisat Klavuzu, İstanbul, Dipnot Yayınları, ss. 367-377.
[17] Tsoulfidis L. (2010), Competing Schools of Economic Thought, London, New York, Springer.
[18] Yeldan E. (2011), İktisadi Büyüme ve Bölüşüm Teorileri, Ankara, Efil.
[19] Wicksell K. ([1901]1934), Lectures on Political Economy. Vol. 1., London, Routledge.
No Comments