04 Haz Cambridge Sermaye Tartışmalarına Tanıklık Etmek – 2/4
Cambridge sermaye tartışmalarına ne oldu? Bu soruyu ben değil, 2003 yılında Journal of Economic Perspectives adlı akademik dergide yayımlanan makalelerinde A. J. Cohen ve G. C. Harcourt birlikte soruyorlar. Sahiden de, Cambridge sermaye tartışmalarına ne oldu? Şimdi de ben soruyorum. Cohen ve Harcourt’a göre, tartışmalara katılan birçok kişi artık hayatta olmadığından bu sorular geçmișin tozlu, karanlık, ıșıksız odalarının unutulmuş, örümcek ağlarıyla kaplanmış kitap raflarında kaldı. Aslında tam olarak böyle söylemiyorlar, ben biraz dramatikleștirdim. Onların açıklamalarından anlașılan tartıșmaların durduğu. Oysa bana sanki bu tartıșmalar hala devam ediyormuș gibi geldi. Bu yazıda, neden Cohen ve Harcourt ile aynı fikirde olmadığımı anlatmaya çalıșacağım. Bunu yapabilmek için birçok konuya değinmem gerekti. O yüzden de yazı uzadıkça uzadı. Sanal dünyanın alan genișliğinin hissettirdiği sanal özgürlük duygusuyla, kimi zaman konu dıșına çıkmayı da göze alarak, yazdıkça yazdım. Okuyucuyu da biraz olsun düșünmek adına yazımı dört bölüme ayırdım. Yani tam sıkılmaya bașladığınız anda yazı bitecek ve devamı için bir hafta beklemeniz gerekeceğinden tekrar merakınız canlanacak. Böyle olur diye umuyorum. Yazılarda nelerden bahsettiğime de kısaca değinip konuya geçmeden önce son bir ekleme yapmak istiyorum. Cohen ve Harcourt tartıșmanın durduğuna dair kanaatlerini çok da içlerine sindirememiş olacak ki, makalelerinde son birkaç söz daha söyleme gereği hissediyorlar. Diyorlar ki, tartışmalarda sorular cevaplanmadı fakat ilgili konular tekrar gündeme getirilirse Cambridge tartışmaları yeniden ziyaret edilecektir; tıpkı aslında Cambrige tartıșmalarında, o zamandan 80 yıl öncesinin sorularının yeniden ziyaret edildiği gibi. Hem iktisat cephesinde kayda değer yeni bir cevap yok hem de ‘yine de umutluyuz’ diyorlar sanki… Oysa ben tek ve net bir şey söylüyorum: Cambdrige tartışmaları devam ediyor…
Öncelikle Cambdrige sermaye tartıșmalarıyla nerelerde ve nasıl karșılaștığımdan bahsedip, tartışmaların arka planındaki fikirlerin David Ricardo’nun takipçisi neo-Ricardocu okulun babası olarak kabul edilen Piero Sraffa’ya ait olduğuna değineceğim (1. yazı). Daha sonra, Sraffa takipçilerinin zaman içinde hangi konulara yöneldiğine bakacağım. Aralarındaki fikir alış-verişinin, sermaye kavramı etrafında, klasik ve neoklasik iktisat arasındaki anlayıș farkını teknik olarak ortaya koyduğunu açıklamaya çalıșacağım (2. yazı). Sonrasında, son dönemde sermaye ve gelirin yarattığı eşitsizliklere eğilen Thomas Piketty’nin Cambdrige tartışmalarıyla ilişkisini kısaca inceleyerek, büyüme fikrinin modellenmesinin zorluklarını ele alacağım (3. yazı). En son, neo-Ricardocu çizgiyi tanıtıcı son sözlerimi söyleyip, neoklasiklere yönelttikleri eleştirilere Samuelson’un tepkisine değineceğim. Bugün neler tartışıldığına dair kısa bir hatırlatma ile de bitireceğim (4. yazı).
Neyin kavgası?
Cambridge tartışmaları, iktisadi gerçekliğe yaklaşımı neoklasiklerden farklı olan klasik iktisatın teorik tartışmalardan dışlanmasına karşı açılmış bir savaştı. Elbette her savaşın bir kazananı bir de kaybedeni vardır diyerek konuya indirgemeci bir bakışla yaklaşmak mümkün. Fakat bu tartışmalarda kazanan ve kaybedeni belirlemek hiç de kolay değil.
Cambridge tartışmalarından geriye ne kaldı diye sorulduğnda, değerli Sraffa ve Ricardo uzmanı profesör Savran’ın pesimist bir tonda ifade ettiği gibi, “insanın pek de fazla birşey kalmadı diyesi geliyor”. Savran’a göre bunun nedeni, “neoklasik okulun Sraffa temelli eleştirisinın artık sadece anılarda kalmış”, Marksizm eleştirisinin ise temelsiz olduğunun anlaşılmış” olması. Devam eden satırlarında bu tartışmadan kimin kazandığını daha iyi anlamak mümkün: post-Keynesgilller. Savran’a göre “günümüzde neo-Ricardoculuk ile post-Keynesgillik arasında kurulmuş olan ittifakı ihmal etmek doğru olmaz” (Savran, 2012, s. 376). Bu ittifakın temelinde, neo-Ricardocuların Sraffa önderliğinde ortaya koydukları alternatif değer teorisi olduğunu biliyoruz. Fakat, bu bağlantıyı açıklamak bu yazının sınırlarını aşıyor.
Skor odaklı zihniyet ise Samuelson’un 1970’de Nobel ödülünü almasını gündeme getirerek, kazananın neoklasikler olduğunu söyleyebiliyor. Peki o zaman 1961’de The Royal Sweedish Academy of Sciences’ın Sraffa’yı, Nobel ödülünün öncüsü olarak bilinen Söderström madalyası ile ödüllendirmesine ne demeli?
MMÜ, yani iktisat teorisini sallayan kitap 1960 yılında basılır. Sraffa, Ricardo’nun hayattayken yapamadığı bir araştırmanın izinden yürüdüğünden bu düşünsel hareket neo-Ricardoculuk olarak adlandırılır. Kavramsal temelleri Aristo’ya kadar giden, A. Smith ve Ricardo’nun katkılarıyla ortaya çıkan emek değer teorisine göre, her malın değeri (fiyatı) onu üretmek için harcanan emek miktarı ile belirlenmektedir. Emek, toprak ve sermaye üretimin üç girdisi olarak kabul edilir. Bu durumda emek hem girdi hem de objektif değer ölçüsü olarak kullanılmaktadır. Marx hem iktisadî hem de felsefî sisteminin mihenk taşı olan “emek gücü” kavramını değerler sıralamasında en yükseğe koyar. Klasik iktisatçıların sıkı sıkıya bağlı kaldığı emek-değer teorisini baz alarak fiyatları belirlemek çok zordu. Marx, “dönüşüm problemi” (transformation problem) olarak anılan bu sorunu Smith ve Ricardo’dan devraldığı emek-değer teorisi içinde kalarak çözme işine girişir. Ricardo da ölmeden hemen önce kaleme almaya başladığı “Mutlak Değer ve Mübadele Değeri” başlıklı denemesinde bu problemle uğraşıyordu. Marx işin içinden çıkamaz. Ricardo da eserini tamamlayamadan hayata gözlerini yumar. Sraffa Ricardo’nun bu denemede, “değerin değişmez ölçüsü” sorununu ‘standart mal’ adında bir ölçü geliştirerek çözdüğünü ileri sürer. Ne yazık ki bu ölçüyü geliştirirken Ricardo’nun ortaya attığı varsayımların kısıtlayıcılığı ve malların üretim koşullarında değişiklik olduğunda ölçünün değişikliğe uğraması, sorunun çözülmüş olduğuna dair genel inanca ket vurmuştur (Savran, 2012, s. 368) :
“bu ölçü, (verimlilik değişiminin olmadığı bir statik ekonomide) toplam değeri kâr ile ücret arasındaki bölüşumün değişmesi karşısında bir anlamda sabit kalan bir ‘ortalama’ mallar bileşimi idi. Standart Mal, hedeflenen amaç dışında başka bakımlardan bütünüyle keyfi şekilde seçilmiş mallardan oluşan bir bileşimdir; içinde yer alan tekil malların her birinin fiyatı bölüşümdeki değişime paralel olarak değişmekle birlikte, kendisi tek bir boyut üzerinden kâr ile ücret arasındaki bölüşümü gösterebilmektedir” (Savran, 2012, s. 368).
Savran (2012, s. 368)’a göre, Sraffa’nın dert edindiği Ricardocu sorunsal, fiyatlar ve bölüşüm arasındaki ilişkidir. Bu ilişkiyi Ricardo’nun kurduğu sistemi kullanarak açıklamanın zorluğu emek-değer teorisini terketmemekten kaynaklanır. Bu teoriyi kullanarak bölüşümün, değerler (dolayısıyla fiyatlar) üzerinde hangi anlamda belirleyici olduğunu göstermek Ricardo’nun gerçekleştiremediği hayaliydi. Sraffa, “fiyat oluşumu ile toplam ürünün ücret ve kâr olarak bölüşümü arasındaki ilişkiyi, bu sorunu bütün başka önemli etkenlerden, en başta da üretim yöntemlerindeki (teknolojideki) değişikliklerden yalıtan çok katı varsayımlar altında inceler” (Savran, 2012, ss. 367-368). Cambdrige tartışmasını özetleyecek en yetkin isim Kurz’un belirttiği gibi, “Sraffa’nın temel başarısı, değer-bölüşüm kuramına klasik yaklaşımı yeniden canlandırmak” olmuştur (Kurz & Lager, 2010, s. 11). Sraffa kitabında şöyle yazar : “bu temel tutarsa ya yazarın kendisi ya da daha donanımlı, daha genç biri bu eleştiriye soyunabilir” (Sraffa, 1960, s. Vi içinde Kurz & Lager, 2010, s. 13).
Temel tutar ve Sraffa’nın mirası devralınır. Savran (2010, ss. 43-44) MMÜ’nin 2010’da yeniden yapılan Türkçe çevirisine yazdığı önsözde bu mirası devralanları listeler. Bu liste Sraffa sonrası üç jenerasyon iktisatçıları kapsamaktadır. İlk jenerasyonu İngiltere’den Joan Robinson ve John Eatwell, İtaya’dan Pierangelo Garegnani, Luigi Pasinetti ve Alessandro Roncaglia, Hindistan’dan Krishna Baradwaj; ikinci jenerasyonu Hindistan’dan Amit Bhaduri ve üçüncü jenerasyonu ise İtalya’dan Neri Salvadori, Avusturya’dan Heinz Kurz, Almanya’dan Bertram Schefold oluşmaktadır. Neoklasikler tarafında ise Amerika’dan Paul Samuelson ve Franco Modigliani sayılabilir. Kurz, Schefold, Salvadori yukarıda bahsettiğim gibi, ESHET konfenslarında dinlediğim isimler.
Sermaye-emek bölüşümü dediğimizde aklımıza üretim sürecine ne kadar emek ve sermaye katılacağı gelir. Bu bölüşüme dair teorik açıklamaların arkasında, hepimizin hayatına doğrudan yansıyan sosyo-ekonomik koşullarlar görünür. Büyümenin ya da gayri safi yurtiçi hasılanın (GDP) ne kadarı kâr olarak sermaye sahiplerine (capitalist), şirket sahiplerine (entrepreneur) ya da iş adamlarına (businessman); ne kadarı ise emeğinden başka satarak paraya çevirecek varlığı olmayan işçiye (worker) gidecektir? Sraffa MMÜ’nün “kendine özgü niteliği, marjinal değer-bölüşüm kuramının eleştirilmesine temel hazırlamak” olarak ifade eder (Sraffa, 1960, s. Vi içinde Kurz & Lager, 2010, s. 13). Bu amaca ulaşmak için arz-talebe dayalı açıklamalardan farklı ve ona alternatif bir yaklaşım geliştirmek ister.
Sraffa, marjinalizmin argümanlarının çok katı varsayımlar altında geçerli olabilceğini ortaya koydu. Samuelson ise onların daha genel durumlarda geçerli olabileceğini savunuyordu. Artık değerin üretimini ve bölüşümünü merak eden Sraffa sermaye birikimi ve teknik değişim konularına eğilerek, marjinal verimlilik yasasının yeterli bir açıklama olup olmadığını anlamak istedi1. Bu uğurda Ricardo, Marx, K. Wicksell, F. A. Von Hayek ya da A. Young’un çalışmalarını inceledi. Klasik değer-bölüşüm teorisi çerçevesinde sabit sermaye, kıt kaynaklar ve en düşüjk maliyetli teknik seçimi de içine alan başka bir yaklaşım yaratmayı hedefledi. Marjinal teorinin değer-bölüşüm kısımını gündeme getirerek, temelleri sağlam bir eleştirisini sunmak istedi. Maalesef Sraffa bu planlarını, analitik çerçevede çözmesi gereken teknik sorunlar yüzünden gerçekleştiremedi. Bu konulardaki çalışmalarından kalanlar makaleleri, kitapları, mektupları ve taslakları sayesinde elimize ulaştı. Aşağıdaki paragraf bu teknik sorunlara değinmektedir :
“İşin garibi, ‘sermayenin marjinal ürünü’ kuramının geçerli olabilmesinin tek, ama tek yolu, ‘emek değer kuramı’ nın tam olarak ugulanmasıdır! Bunun için, bütün ürünlerin aynı organik bileşime sahip olması, [kâr oranı] r’nin her değerinde her malın bir ‘almaşık yöntemi’nin bulunması, her mal çifti arasındaki ilişkinin aynı olması (yani marjinal ürünlerinin aynı olması, aynı zamanda esnekliklerinin de aynı olması), sistem makas değiştirip de başka bir organik bileşim ortaya çıkarsa bile, bunun bütün mallar için aynı olması gereklidir. Açıktır ki bu da tek bir araç-ürüne (buğdaya) sahip olmakla eşdeğerdir. Bu durumda bütün mallar her zaman kendi değerlerinde el değiştirecek, emeğin verimliliği artsa bile malların göreli değerleri değiştmeyecektir.” (italikler Sraffan’ın altını çizdiği yerler. Sraffa’nın makaleleri, D3/12:16; 34 içinde Kurz & Lager, 2010, s. 13).
Sraffa’dan sonra işler iyice kızıştı. Bıraktığı miras üzerinden işe koyulan İtalyan iktisatçı Pierangelo Garegnani oldu. Yönelttiği eleştiriler karşısında neoklasik teoriyi sahiplenen ve onu savunmaya soyunan ise Paul Samuelson’dan başkası değildi. Bu tarihi diyalog Kurz tarafından 2013’de The Theory of Value and Distribution in Economics. Discussions between Pierangelo Garegnani and Paul Samuelson başlığı ile kitaplarştırıldı. Kurz’un “Is there a ‘classical’ alternative to marginalist theory? Some introductory remarks” başlıklı aydınlatıcı giriş yazısından sonra, tarihi tartışmayı oluşturan makaleler kitapta şöyle sıralandı:
- “Pierro Sraffa’s hits and misses” Paul A. Samuelson
- “Professor Samuelson on Sraffa and the Classical economists” Pierangelo Garegnani
- “Classical and Neoclassical harmonies and dissonances” Paul A. Samuelson
- “Samuelson’s misses: a rejoinder” Pierangelo Garegnani
Neo-Ricardocular neoklasik teoriye çok sert ve ciddi bir eleştiri getirir. Sermaye yoğunluğu ile kâr oranı arasındaki ters orantı masaya yatırılır. Bu eleştiriler doğrudan sermaye kavramına yöneliktir. Bunu yaparken amaçları, “sermayenin değerinin veya büyüklüğünün kâr oranından bağımsız olarak ve o bilinmeden önce hesaplanmasının olanaksız olduğu”nu matematiksel olarak kanıtlamaktır (Savran, 2012, s. 369). Böylece hem sermayenin tanımına büyük bir darbe vurularak üretim fonksiyonu geçersiz kılınır, hem de “neoklasiklerin ‘üretim fonksiyonu’ kavramının da, bölüşümün bir ‘üretim faktörü’ olarak düşünülen sermayenin ‘marjinal verimliliği’ sonucunda belirlendiği tezinin de temeli ortadan kaldırılır” (Savran, 2012, s. 369)1.
Marx sermayeyi sadece bir girdi olarak değil toplumsal ilişkilerinin eşitsiz yüzünün somutlaşmış hali olarak tanımlar. Sermayenin oluşması ve birikmesi için onu üreten işçinin elinden, onu yatırıma dönüştüreceklere ulaştıracak feodal beyin eline geçmesi gerekti. Daha sonra bu aracı ortadan kalkar ve sermaye direk olarak özel mülkiyet sahibi kapitalistin eline geçer (Zarembka, 2012; Ghosh, 2012). Fakat değeri yaratan her zaman için emek gücüdür. Neoklasikler sermayeyi birikim sürecindeki bu sosyal ilişkiler ağından soyutlar ve onu sadece bir girdi olarak ele alır. Sermayeyi üretim fonksiyonuna yerleştirmelerine rağmen iktisat teorisinde sermaye algısı bir türlü yerli yerine oturmaz. Marx’ın sermayeyi elemanlarına ayırmaya çalışıp, bunu yapmanın zorluğunu vurgularcasına bu kompozisyona “organik” terimini eklemesi bu anlamda oldukça manidardır. Marx üretimde kullananan makinaları, aletleri, binaları “sabit”; işçiye ödenen ücreti ise “değişken” sermaye olarak adlandırmıştır. Hem emek gücü gibi değişen ve yaşayan hem de makinalar, binalar gibi cansız ve sabit elemanlarına ayrılabilen sermayeye getirilen bu kapsamlı tanım belki de bugün, makroekonomi kitaplarında kullanılan “insani sermaye (human capital)” ve “fiziksel sermaye (physical capital)” kavramlarına da gizliden gizliye ilham kaynağı olmuştur, kim bilir…
Kredi piyasasının da olduğu bir neoklasik açık ekonomi modelinde “insani sermaye” ve “fiziksel sermaye” adındaki iki tür sermaye çeşidi mevcuttur. Birinci çeşit sermaye tahvil satın almak ya da yabancı kredisine teminat olarak kullanılabilir fakat ikinci çeşit sermaye bu işler için kullanılamaz (Barro & Sala-i-Martin, 1995, s. 101; 103). Yine de ikinci tür sermayenin büyüme üzerinde direk etkisi vardır (Barro & Sala-i-Martin, 1995, s. 432). Modelde, “insani sermaye, fiziksel sermaye ve teknoloji bir işçinin ekonomide ne kadar üretken olduğunu belirlemede tek tek rol oynar.” Ayrıca, “ortalama üretim fonksiyonu bu üç girdinin birleşerek GDP’yi nasıl meydana getirdiğini anlamamıza yardım eden alettir.” (Acemoğlu & Laibson & List, 2016, p. 155). Üretim fonksiyonunun son yıllarda insani sermaye ve fiziksel sermaye ayrımı ile kullanılmasını Tsoulfidis (2010, s. 212), emek gücünün büyük resimden tamamen çıkarılması olarak yorumlar. Neoklasiklerin sermaye algısına dair bu oldukça kısıtlı açılmayı şu an için böylece bırakıp, sermayenin tanımı ve dinamiğine dair kafa karışıklığını ortaya koymaya geçelim.
Notlar
[4] Kurz H.-D. & Salvardori N. (2003), The Legacy of Pierro Sraffa
[5] Bu konudaki çalışmaları için bkz Kurz & Salvadori, 2008.
[6] Garegnani üzerine yorumlar için bkz. Mongiovi G. & Petri F. (1999), Value, Distribution and Capital, Essays in honor of Pierangelo Garegnani, Routledge, London and New York.
[7] Bu tartışma Bharadwaj ve Schefold, 1990 ve Kurz ve Salvadori, 2003’de özetlenmektedir.
Kaynakça
[1] Acemoğlu D. & Laibson D. & List J. A. (2016), Macroeconomics, Harlow, Pearson.
[2] Barro R. J. & Sala-i- Martin X. (1995), Economic Growth, New York, McGraw-Hill.
[3] Bharadwaj K. & Schefold B. (derl.) (1990), “Essays on Piero Sraffa: Critical Perspectives on the Revival of Classical Theory”, London, Unwin Hyman.
[4] Ghosh J. (2015), “Sermaye” içinde B. Fine & A. S. Filho, Marksist İktisat Klavuzu, İstanbul, Dipnot Yayınları, ss. 51-59.
[5] Kurz H. D. (derl.) (2013), The Theory of Value and Distribution in Economics. Discussions between Pierangelo Garegnani and Paul Samuelson, London, Routledge.
[6] Kurz H.D. & Lager C. (2010), “Eski Klasik İktisatçıların Konumunun Yeniden Canlandırılması: Piero Sraffa’nın Siyasal İktisada Katkıları” içinde P. Sraffa, Malların Mallarla Üretimi. İktisat Kuramını Eleştiriye Açış, İstanbul, Yordam Kitap, ss. 11-37.
[7] Kurz H. D. & Salvadori N. (derl.) (2003), The Legacy of Pierro Sraffa, 2 cilt, Cheltenham, Edward Elgar.
[8] Kurz H. D. & Salvadori N. (2008), Chapter 15. New Growth Theory and Development Economics; içinde A. K. Dutt; J. Ros (derl.), International Handbook of Development Economics, Vol. 1; 2, Edward Elgar Publishing.
[9] Mongiovi G. & Petri F. (1999), Value, Distribution and Capital, Essays in honor of Pierangelo Garegnani, London and New York, Routledge.
[10] Savran S. (2010), Yarım Yüzyılın Sınavında Sraffa içinde Sraffa P., Malların Mallarla Üretimi. İktisat Kuramını Eleştiriye Açış, İstanbul, Yordam Kitap, ss. 37-47.
[11] Savran S. (2012), “Yeni-Ricardoculuk” içinde B. Fine & A. S. Filho, Marksist İktisat Klavuzu, İstanbul, Dipnot Yayınları, ss. 367-377.
[12] Sraffa P. ([1960]2010), Malların Mallarla Üretimi. İktisat Kuramını Eleştiriye Açış, İstanbul, Yordam Kitap.
[13] Tsoulfidis L. (2010), Competing Schools of Economic Thought, London, New York, Springer.
[14] Zarembka P. (2015), “Sermaye Birikimi” içinde B. Fine & A. S. Filho, Marksist İktisat Klavuzu, İstanbul, Dipnot Yayınları, ss. 17-24.
No Comments